“Sevgili ada halkı!
Şimdi sizin bu adaya odaklanmanızı istiyorum.
Hayal edin ve rahatlayın.
Ben sizin barışmanız ve huzur içinde yaşamanız için gerekli tüm özverilerde bulundum ve bu
konuda titizlikle çalışmalarıma devam edeceğim.
Birlikte olmayı, birlik içinde yaşamayı seçiyoruz. Burası korkularınızdan arındığınız güvenli
bölge. Sakin ve barış dolu. Yalnızca kendi iyiliğiniz için bu değişimi kabul edin.
Tek bir cinsiz. Ortak adımız dişi. Hepiniz ölmek üzereyken burada ikinci hayatı hak ederek
seçildiniz. Size verilen değerlere sahip çıkın ve gösterilen hayatınızı tüm güzellikleriyle
yaşamayı seçin. Yaşam alanlarımızdan aramızdaki iş bölümüne kadar hepsi kendi seçimimiz.
Bilirkişi’nin güven veren sesi ve görüntüsüyle bu hayatı kabul ediyoruz.
Yemyeşil ormanlarımız, tertemiz hava ve sonsuz maviliğiyle bizi çepeçevre saran denizimiz
var. Dalgaların kıyıya vuran sesleriyle rüzgârın yapraklar arasındaki gürültülü dansını
dinlerken, güneşin tenimizde bıraktığı izleri hissederek tüm duygularımızı özgür bıraktığımızı
biliyoruz...”
Tüm bunlar hissetmemiz ve yaşamamız gerekenler. Gerçekte ise hepimiz bir odada,
kafalarımıza geçirilmiş manyetik kablolar ve dijital gösterilerle yataklara bağlanmış bir
şekilde uyutuluyoruz. Bu durumun tek isyancısı ise hafifçe dışa doğru atan işaret parmağım.